17 Kasım 2016 Perşembe

Can geldi!


Ben bugün bir blog keşfettim, blog yazarını daha önceden sosyal medyadan takip ediyordum ama bir bloğu olduğunu bilmiyordum. 2012 yılından bu yana kaleme aldıklarının bir kısmını okuyunca, tabi ki bu bir işaret de olabilir coşkusuyla, Ben de dedim uzun zamandır beklettiğim bloğuma bir merhaba diyeyim.  

Merhaba diyorum da yeni bir şeye başlar gibi değil hep karşılaşıyormuşuz gibi demek istiyorum. Yeni bir şeye başlama fikri geriyor Beni. Çok iddialı, süslü bir iki cümle yazayım kaygısı gelecek de parmağımın ucunda bekleyenler gidecek diye ürküyorum.

Neyse, bahsettiğim blogdan devam edelim orada Joan Baez'den bir alıntı yapılmıştı, tam olarak şöyle diyordu Baez "Ne zaman nerede öleceğinizi seçemezsiniz. Ancak şimdi nerede ve nasıl yaşayacağınıza karar verebilirsiniz." İşte! dedim Benim cümlem, hemen boş bir sayfa açtım defterime ve tabi ki çivit mavisi dolma kalemimle bu cümleyi güzelce yazdım ve yıldızladım

E tabi bu cümle Benim gibi yaklaşık 9 yıldır çalışan, büyükşehirde yaşayan ve hayatını değiştirmek için hayal kuran herkesin cümlesi olabilir, ama şimdi mevzu Benim ve onları hiç karıştırmadan kendi hikayemi anlatmak için heyecan duyuyorum.

Efendim, Ben bir gün dedim ki kendime "Bu hayatı yaşamak istemiyorsun, harekete geç”. Kendim de durur mu bu sefer "Yapmak istediklerini, devam eden yaşamında yapamaz mısın? Düzenini bozmasan mı?" dedi. Aaa dedim ne akıllıyım, hemen ne istiyorsam yazmaya başladım, misal istediğim anda istediğim yerde olmak istiyorum, günlük programımı kendim ayarlamak istiyorum, işe bisikletle gitmek istiyorum, kimseye "müdür" olmak istemiyorum, bazı sabahlar evde kalmak istiyorum, okuduğum kitapların işaretlenen sayfalarına dokunmak istiyorum yahu en basitinden evin gündüz halini merak ediyorum, hangi saatte hangi odaya güneş gelir, kahve kokan ev nasıldır bilmek istiyorum  vs. bu liste uzar da gider.

Neyse, düzeni korurken tabi ki bu listedeki çok az şeyi yapabildim ve sonrasında da pes ettim. Çünkü yoğun çalışmak bir süre sonra işi yapmanın dışında başka bir hal alıyor, böyle için için eritiyor seni, ne espri yapacak sosyal bir zeka ne de konuşacak iki kelam bırakıyor. Zaten, sorumluluklarım arza ulaşmışken, bir de bağımlı çalışanken Ben bugün gelmeyeyim, günümü kendim planlayayım cümleleri çıkamıyor ağzından. Ben de akışa bıraktım, iş sonrası eve geldim, yemek yedim hatta çoğu zaman kahvaltı ettim, dizilerin her bir karakterine hakim oldum, televizyonunun karşısında uyuya kaldım, sabah erken kalkıp işe gittim, yulaf ezmeli yoğurt yedim, çalıştım, çok çalıştım, eve geldim, kahvaltı... Hooop yandı devreler!  

Sonra 2016 yılının başında uzak diyarlara gittim hem de martıları da alıp, epeyce konuştuk bu böyle olmaz diye karar aldık ve düzenimizi bozalım dedik. Bir kere bu düzen meselesine çok değer atfetmeyerek başlayalım diye de anlaştık. Zaten bu “değer” arttıkça bağımlığım da o derece artıyordu, gönüllü kulluk da denilebilir. Fiziki olarak da hani çamura batarsın da adım attıkça iyice saplanıp kalırsın ya hıh tam öyle bir şey. Yaptığın iş, mesleğin hepsi çok güzel ama belki Sana yetti, bir dur derin nefes al, kalp atışların normale dönsün ve gözlerinin altındaki o mor halkaların kaybolsun, kendine şans ver! Bir de bu zamana kadar kendine mesleki anlamda ne kattıysan, tüm bunları kaybetmeye hazır ol. Sıfırlanmayı göze al!

Ben de öyle yaptım, bir kere uzun zamandır hiç kullanmadığım İngilizceye çalışmaya başladım, sabah erken kalkıyorum, akşam uykumdan feragat ediyorum, baya güzel çalıştım. Bunun üzerine Ben bir IELTS sınavına gireyim dedim, sınavdan da fena bir puan almayınca, demir tavında dövülmeye başlandı. İşte en güzel duygular da burada çağladı. Çünkü Simyacı Beni keşfetti, bir gün kütüphanemde ne okusam diye bakınırken elime düşüverdi. Simyacı ile Afrika'nın doğu kıyısında yaklaşık 10 gün geçirdik, Bana yaşamda güneşin doğuşu ve batışı kadar daha ciddi hiçbir şey olmadığını O öğretti. Anda kalmayı, varoluşumu çok da ciddiye almamam gerektiğini ve kalbimin sesini duymaya ihtiyacım olduğunu her gece bıkmadan usanmadan kulağıma fısıldadı. Mesela dedi gel-gitler olur dünyada bir bakarsın git zamanı gelir sahil çöle döner, aynı gün gel zamanı başlar okyanus seyran olur. 

Simyacı bir rüzgarla yollayıverdi Beni Ankara'ya, tek nefes vardım patronum yanına. Bence kendimi çok iyi şekilde ifade ederek, işten ayrılma gerekçelerimi bir güzel sıraladım ve tüm çalışma arkadaşlarıma teşekkür ederek bu defteri kapattım. Çok güzel insanları, hayatım boyunca bana rehberlik edecek derslerimi de yanıma aldım. 


9 yıl yukarıda özetlemeye çalıştığım şekilde (bak bu cümle mesleki deformasyon) çalışmaya alışınca, epeyce bir bocaladım, sabah ilk iş maillere bakmaya devam ettim, resmi gazete takibini hiç aksatmadım ve telefonum da saolsun hiç susmadı. Sonra, bir sessizlik geldi bir de o martıcığım. Aldık başımızı Datça’ya gittik, sonra Kaş’a ve sonra işte tam bu kelimeleri yazdığım Viyana’ya.  

Canım Datçam, gözümün bebeği Kaşım Bana çok iyi geldi, gelecek planlarımı, hayallerimi tek tek yazdım, yola hazırlık yaptım, şimdi Viyana’da yeni bir yol için hazırlanıyorum.

Şimdilik, satırlarıma sevgiyle son veriyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder