25 Kasım 2016 Cuma

Eko

Çok eskilerden sesim gelmiş hoş gelmiş:


Benim kör heveslerim var, hep öyle oldu!

Bir süre sonra, o süre ne kadardır hiç bilmiyorum bulunduğum konum, yaşım, heyecanlarım, ümitlerim hepsi bir araya geliyor ve GİT diyor bana!

İşte ben de gidemeyince böyle oluyorum, kapana kısıldım, gidemiyorum!

Hep kalbiyle yaşayan biri oldum, kariyer, sürdürülebilirlik, düzen hiç ilgilendiğim şeyler olmadı ve kalbimle neyi seçtiysem pişman olmadım!

Bu kelimelerle tarif edilecek bir durum değil, kaynama noktası geldiğinde, bunu bir tek ben anlıyorum daha doğrusu hissediyorum vakit geldi diyorum.

Evet bu sefer vakit geldi, bir kez daha yeniden gideceğim, hayallerim için en azından hayalim mi diye bakmak için gideceğim.

Arafta kalmak ne kadar sıkıntı veriyor bir bilseniz, kanım çekiliyor, göğsümde bir yumru, alıp atasım geliyor ama olmuyor, gözlerimi kapatıp o yumruyu hissediyorum sonra o yumruyu dışarı atıyorum hayali bir şekilde, derken kelebek oluyor yumru gökyüzüne havalanıyor, birken kelebekler göğe yükseldikçe sayıları ve renkleri artıyor, oh! diyorum oh! be! Ne zaman sıkıntıya düşsem bu kelebekler gelsin istiyorum, başımda kelebekler, ne tatlı!

Ama kelebek etkisi düşündüğüm gibi olmuyor, hoop yumru tekrar göğsümde gitmek istiyorsun diyor.

Şimdi bu gitmek meselesinin bencil bir yanı da var biliyorum, öyle ha dediğinde gidemezsin yani ben eskiden giderdim de artık gidemiyorum, neden ? çünkü büyüdüm, of ne kötü kelime, çünkü verdiğim sözler var, yani sözlü değil duruşla işle güçle ben buradayım hep burada olacağım demişim bir kere, ya da şey yapmışım mutlu olmuşum yahu burada olmaktan mutlu olmuşum, ait hissetmişim mesela, gülmüşüm, eğlenmişim, onlar da demiş ki bu kız kalacak gitmeyecek bir yere, üzerime inşalar yapılmış, ben olmazsam burası ne olacak sorularının cevap tuğlaları döşenmiş, ama en çok ben varken varlığımla mutlu olunmuş işte asıl bu gitmenin bencil yanı!

Bir de bencil bir başka yan, rahatlığa alışmışım, eve 5 dk yol, son model otomobil, tatmin eden maaş, bitmek tükenmek bilmeyen alışveriş arzusu, etikete bakmama, istediğin yer de yeme-içme... Yahu bu büyüme, bu arzulara da zaaflara da ket vursa ya. Neden toplamda 0 çarpmada 1 etkisindesin 30. yaşım!


El sonuç, ne yapacaksın der gibi okudunuz satırları, ben de size şaşırmayacağınız bir cevap vereyim bilmiyorum, bilmiyorum yahu, çünkü konuşamıyorum, yani şunu diyemiyorum, sorumluluklarımın farkındayım bunları eksiksiz yerine getireceğim bay başkan, ama bu gidişe ihtiyacım var, müsaade edin deniz göreyim, elektrik faturasını kendim ödeyeyim, özgür olayım yahu, şu çakıldığım sandalyeyi bir başka manzaraya çevireyim, bırakın ne olur gideyim!


Selamet Esenlik Demektir, Esereklik Değil

Bence bir şeyi bırakmanın en zor yanı bundan sonra ne yapacağına karar vermek. Ama bu karar vermek mevzusu öyle iki günde de olacak şey değil, bir de her şeyi bırakmadan karar verilmiyor, Benden söylemesi.

Karar sürecinde, bıraktığın her ne ise onu tekrar yapmak istemezsin, planladığın her ne ise ondan da o kadar korkarsın ki, ya bir gün bunu da bırakmak istersem diye derinin de derininde kaybolursun. Yani hala işleri bugünden kontrol edebileceğini sanırsın.

Sanmamalısın güzel dostum, hele hayat pek güzel salvolarla gelirken kontrolü elinde tutmaya çalışmamalısın! Bir bağdaşını kurup oturacaksın bir toprağa, yeşile, mudranı da yapacaksın, hıh, bir de oksijeni de bünyeye alıp verdin mi oh! Şimdi kendini tanımaya çalışacaksın. Gözlerini kapattığında ilk gördüğün karanlık var ya işte o dış dünya ile arandaki bir perde olacak, bu perde içerde seni yalnız tutacak. Sonra hayal etmeye başlayacaksın, bulanık anlar netleşecek senin için bu perdenin ardında bir sahne olacak.  

Ne oldu zor mu geldi? Yahu Senin bu kendini tanıma mevzusunu en geç lisede hadi bilemedin üniversitede çözmüş olman lazımdı, olmadı mı? Çok geç kaldın çok. 

Ben mesela hiç sormamışım kendime Ben nasıl mutlu olabilirim diye. Hoop ÖSS hoop AÜHF ardından da stajı, barosu derken 5 sene de avukat çıktım. O günleri hatırlayınca zihnimde, yolda çılgınca koştuğum bir sahne geliyor aklıma, birilerinin peşinden can hıraç koşuyorum, koş demişler Bana, Ben de zaten Murtaza!   

İşin aslı Biz kendimizi hiç tanımadan o lanet sınavdan aldığımız en yüksek puanı alıp en havalı okulu ve mesleği seçmeye çalışmışız. Bir de tabi çok konuşanlarımız illa avukat oldular, çünkü öyle bir şeydi avukatlık, ağızdan gelişi güzel çıkan kelimelerle hukuk yapılıyordu!

Size idealist cümleler kurmayı çok isterdim, mesela “2 yaşımdan beri Sened-i İttifak’ı ezbere bilirim ya da uykumdan önce cine periye karşı 3 kulfu bir elhem ile İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ni mutlaka okurum.” şeklindeki sınır tanımaz örnekleri vererek hukuk benim için bir yaşam arzı diye bağlamak çok şahane olurdu. Amma velakin, Ben tamamen “hukuk iyi ya hukuk” genel bakışı ile AÜHF sıralarına oturmuş bulunuyorum. A durun kapatmayın sayfayı, yahu daha konuşuyorum, evet çok konuşuyorum!

Bu arada gülüyoruz eğleniyoruz arada kaynamasın, hukuk fakültesinde okumuş olmaktan gayet mutluyum ve avukatlık yapmayı da çok seviyorum, şimdi konumuz başka, bu konuya değinmekle yetiniyorum.

Evet, gördüğünüz gibi Ben nasıl mutlu olacağım sorusunu cevaplamak için öncelikle meslekle ilgili tartışmalara başladık, bu Bizim mi hatamız? Hayır, asla. Çünkü Bize okulda, evde ve sokakta mutlu olmak için iyi bir işinin olması gerektiği öğretildi. Kimse Bize çıkıp demedi ki çocuğum Sen nasıl bir hayat kurmak istiyorsun kendine, önce bu soruyu cevapla sonra mesleğini seçersin, o en kolayı!

Ben bu soruya bugün cevap veremiyorum, kafam karışık ve mideme sancılar giriyor.


Allah selamet versin.

18 Kasım 2016 Cuma

Seher Yelini Beklerken

Bence çok travmatik bir durumun içindeyim, bazen çok keyifli, içinden yeni dünyalara çıkaracak kadar enerji dolu bir insan oluyorum, bazen öyle karamsar öyle küskün. Dünya üzerinde yaşanan can sıkıcı olayların, söylemlerin etkisi şüphesiz çok büyük. 

Bir Caanım Ülkemiz var, yarası en büyük, en çok kanayan, acıtan. Bazen düşünüyorum da şu 15 Temmuz denen kara gün olmasaydı hayatımız daha güzel olmaz mıydı? Tamam her şey şahane değildi kabul ediyorum ama o günleri bile arıyacak hale gelmiş olmayı kabullenmek istemiyorum, o kadar acı veriyor. Simyacı yanımda olsa, bu günlerin de Benim için bir anlamı olduğunu, yine kalbime kulak vermemi ve ana odaklanmamı isterdi biliyorum. Ama Simyacım, canım bazen anda kalamıyorum, tüm bu olanlara bakıp anda kalmaya çalışmak kaçmak gibi geliyor, yokmuşum gibi yapmak istemiyorum. Ne diyorsun?

Yaz o zaman diyor ve Ben yine yazıyorum. 15 Temmuz akşamı darbe girişimi denilen hadise gerçekleştiği sırada Atatürk Havalimanı'nda İstanbul'dan Ankara'ya doğru gitmeye çalışıyorum, o gece Atatürk Havalimanında neler yaşandığı zaten biliniyor, uzun uzun anlatmayacağım. O geceyi 17 Temmuz 2016 akşamında şu şekilde kaleme almışım, blogda da kalması ve kişisel tarihime not düşmesi için aşağıya alıntılıyorum:

"Arkadaşlar günaydın, kendime gelmeye başladım, 15.7.16/Cuma gününden bu yana İstanbul'da yaşadıklarımı anlatmak istiyorum: 

1- Cuma sabah 6:30 uçağıyla İstanbul'a geliyorum uçakta uyuyakalıyorum rüyamda süt işlerimden biri sallanıp elime düşüyor içimde bir tuhaflık ile uyanıyorum. 

2- Dönüş için Atatürk havalimanına geliyorum, Bir arkadaşımın telefonu üzerine bekleme salonundaki televizyona yöneliyorum, televizyonda iki tane tank görüyorum Boğaziçi köprüsünün ortasında aklıma talat aydemir geliyor ve tankın önünde duran İsmet İnönü,

3- Saat 23:30'a doğru askerler salona giriş yapıyor herkes huzursuz, salondan asker zoruyla çıkarilıyoruz uçuşlar iptal, tam 23:50 de salondan çıkıyorum önümde iki genç arkadaş konuşuyorlar, Tarabya ya gideceklermiş onlarla Arnavutköye kadar gidebilir miyim diye soruyorum, tabi diyorlar,

4- Atatürk havalimanı içine doğru yürüyoruz hiçbir şekilde taksi bulamıyoruz tam o sırada silah sesleri bizi olduğumuz yere mühürlüyor, gayri ihtiyari eğilerek sağa yanaşıp yolumuza devam ediyoruz, taksi için atatürk havalimanı dışına çıkıp yürümeye başlıyoruz,
5- Dışarıda gördüğüm manzara hayret verici, cok genç ve üzerinde pijama olan, sadece yelek giydirilmiş elinde silahla askerler bir şekilde düzen tutturmaya çalışıyorlar, biri diğerine diyor ki emniyetini kapat. Ben yanımdaki arkadaşa asker mi bu insanlar diye soruyorum giydikleri spor ayakkabılarının askeriye de dağıtıldığını söyleyerek asker olduğunu söylüyor.,
6-Güç bela bir taksi buluyoruz yollara düşüyoruz, insanlar yollarda yürüyor otostop çekiyor, kimisi çimlere yatmış sabahın olmasını bekliyor, bizse bir şekilde oradan uzaklaşmaya çalışıyoruz. Bu seferde yolumuzu polis arabaları kesiyor.,
7- Asker ile polis arasında çatışma çıkacak ve biz de arada kalacağız diye oradan uzaklaşmaya çalışıyoruz Atatürk havalimanından sehre uzanan yolda dörtluleri yakıyoruz ters istikamette gitmeye çalışıyoruz,

8- Bu esnada taksiye bindim arkadaşlardan birinin eskiden birlikte çalıştığım bir arkadaşımın eşi olduğunu anlıyorum, o an içimde doğan güvenin ne kadar önemli olduğunu düşünüyorum,

9-Yakınlarda birilerinin evine gitmek için düşünmeye başlıyoruz derken arkadaşlardan biri unv.den bir arkadaşının bu civarda oturduğunu söylüyor ve onun evine doğru gitmeye çalışıyoruz. Yakın da olsa arkadaşların evine varmamız epey zaman alıyor insanlar yollara dökülmeye başlıyor.,
10- Bir eve geliyoruz anne, baba ve bir bebek adı Can, kendimi Tanrı misafiri olarak tanıtıyorum Can'a. Saat çoktan gece yarısını geçmiş durumda ben hiç tanımadığım iki insanın evinde, bir buçuk yaşındaki oğulları can ile birlikte üzerimde hiç tanımadığım bir kadının pijamalari elimde bir bardak soğuk su televizyon izliyorum, sabah evden çıkarken bunların en ufak karesi aklıma gelmemişti diyorum şu anda kendi evimde kocamın yanında olmalıyım diyorum,
11- Dinlediğimde içime huzur veren sela kulağımda yankılandıkça aklıma kaos geliyor sokakta öldürecek genç askerleri ve sivilleri, düşünüyorum, derken F16'lar uçmaya başlıyor, F16'lar evin içinde uçuyor,

12- Bomba sesleri geliyor, nerede kimin canını yaktığını düşünmek dahi istemediğim bombalar beynimin içinde patlıyor, titriyorum, Can ağlıyor, sonra ülkedeki çocuklar geliyor aklıma, darbe nedir diye soran, savaşın kelime anlamını öğrenmeye çalışan, bomba sesleri ile uyanan çocuklar,

13- Ekranda gördüğüme inanamıyorum TBMM bombalanıyor, kanal basılıyor, ekran gidiyor, Can ağlamaya devam ediyor, ev sahipleri mutsuz, Tanrı misafiri kaygılı, sabahı zor ediyoruz,

14- Hiç tanımadıkları bir insanı eve alan, kendi pijamalarını veren ve yatağını hazırlayan, yüzündeki tebessümü ne olursa olsun yitirmeyen bir yanda bir buçuk yaşındaki oğlu Can'ı uyutmaya çalışırken karnındaki beş aylık bebeğini aklından çıkarmayan, bana olduğu gibi çocuklarına ve eşine ümit olacağına inandığım güçlü kadın Özgül iyi ki varsın, bu dünyada güzel insanlar var, bu olanların hiçbirini hak etmiyoruz. Bu dünya değişecek değişmek zorunda!

15- Şu anda üzerimde Özgülün verdiği gömlek, çay içiyorum ve hala İstanbul'dayım, iptal edilen uçuşlar nedeniyle ve kara yolunun güvenli ve açık olup olmadığını kestiremediğim için dönemedim, bugün kara yoluyla Ankara'ya gitmeyi deneyeceğim ve evet avukatlık yapmaya çalışacağım.
Bugün şarkısı hala 'çok uzakta öyle bir yer var, o yerlerde mutluluk var'


Güzel bir dünya dileğiyle."


Dileğim değişmedi.


17 Kasım 2016 Perşembe

Can geldi!


Ben bugün bir blog keşfettim, blog yazarını daha önceden sosyal medyadan takip ediyordum ama bir bloğu olduğunu bilmiyordum. 2012 yılından bu yana kaleme aldıklarının bir kısmını okuyunca, tabi ki bu bir işaret de olabilir coşkusuyla, Ben de dedim uzun zamandır beklettiğim bloğuma bir merhaba diyeyim.  

Merhaba diyorum da yeni bir şeye başlar gibi değil hep karşılaşıyormuşuz gibi demek istiyorum. Yeni bir şeye başlama fikri geriyor Beni. Çok iddialı, süslü bir iki cümle yazayım kaygısı gelecek de parmağımın ucunda bekleyenler gidecek diye ürküyorum.

Neyse, bahsettiğim blogdan devam edelim orada Joan Baez'den bir alıntı yapılmıştı, tam olarak şöyle diyordu Baez "Ne zaman nerede öleceğinizi seçemezsiniz. Ancak şimdi nerede ve nasıl yaşayacağınıza karar verebilirsiniz." İşte! dedim Benim cümlem, hemen boş bir sayfa açtım defterime ve tabi ki çivit mavisi dolma kalemimle bu cümleyi güzelce yazdım ve yıldızladım

E tabi bu cümle Benim gibi yaklaşık 9 yıldır çalışan, büyükşehirde yaşayan ve hayatını değiştirmek için hayal kuran herkesin cümlesi olabilir, ama şimdi mevzu Benim ve onları hiç karıştırmadan kendi hikayemi anlatmak için heyecan duyuyorum.

Efendim, Ben bir gün dedim ki kendime "Bu hayatı yaşamak istemiyorsun, harekete geç”. Kendim de durur mu bu sefer "Yapmak istediklerini, devam eden yaşamında yapamaz mısın? Düzenini bozmasan mı?" dedi. Aaa dedim ne akıllıyım, hemen ne istiyorsam yazmaya başladım, misal istediğim anda istediğim yerde olmak istiyorum, günlük programımı kendim ayarlamak istiyorum, işe bisikletle gitmek istiyorum, kimseye "müdür" olmak istemiyorum, bazı sabahlar evde kalmak istiyorum, okuduğum kitapların işaretlenen sayfalarına dokunmak istiyorum yahu en basitinden evin gündüz halini merak ediyorum, hangi saatte hangi odaya güneş gelir, kahve kokan ev nasıldır bilmek istiyorum  vs. bu liste uzar da gider.

Neyse, düzeni korurken tabi ki bu listedeki çok az şeyi yapabildim ve sonrasında da pes ettim. Çünkü yoğun çalışmak bir süre sonra işi yapmanın dışında başka bir hal alıyor, böyle için için eritiyor seni, ne espri yapacak sosyal bir zeka ne de konuşacak iki kelam bırakıyor. Zaten, sorumluluklarım arza ulaşmışken, bir de bağımlı çalışanken Ben bugün gelmeyeyim, günümü kendim planlayayım cümleleri çıkamıyor ağzından. Ben de akışa bıraktım, iş sonrası eve geldim, yemek yedim hatta çoğu zaman kahvaltı ettim, dizilerin her bir karakterine hakim oldum, televizyonunun karşısında uyuya kaldım, sabah erken kalkıp işe gittim, yulaf ezmeli yoğurt yedim, çalıştım, çok çalıştım, eve geldim, kahvaltı... Hooop yandı devreler!  

Sonra 2016 yılının başında uzak diyarlara gittim hem de martıları da alıp, epeyce konuştuk bu böyle olmaz diye karar aldık ve düzenimizi bozalım dedik. Bir kere bu düzen meselesine çok değer atfetmeyerek başlayalım diye de anlaştık. Zaten bu “değer” arttıkça bağımlığım da o derece artıyordu, gönüllü kulluk da denilebilir. Fiziki olarak da hani çamura batarsın da adım attıkça iyice saplanıp kalırsın ya hıh tam öyle bir şey. Yaptığın iş, mesleğin hepsi çok güzel ama belki Sana yetti, bir dur derin nefes al, kalp atışların normale dönsün ve gözlerinin altındaki o mor halkaların kaybolsun, kendine şans ver! Bir de bu zamana kadar kendine mesleki anlamda ne kattıysan, tüm bunları kaybetmeye hazır ol. Sıfırlanmayı göze al!

Ben de öyle yaptım, bir kere uzun zamandır hiç kullanmadığım İngilizceye çalışmaya başladım, sabah erken kalkıyorum, akşam uykumdan feragat ediyorum, baya güzel çalıştım. Bunun üzerine Ben bir IELTS sınavına gireyim dedim, sınavdan da fena bir puan almayınca, demir tavında dövülmeye başlandı. İşte en güzel duygular da burada çağladı. Çünkü Simyacı Beni keşfetti, bir gün kütüphanemde ne okusam diye bakınırken elime düşüverdi. Simyacı ile Afrika'nın doğu kıyısında yaklaşık 10 gün geçirdik, Bana yaşamda güneşin doğuşu ve batışı kadar daha ciddi hiçbir şey olmadığını O öğretti. Anda kalmayı, varoluşumu çok da ciddiye almamam gerektiğini ve kalbimin sesini duymaya ihtiyacım olduğunu her gece bıkmadan usanmadan kulağıma fısıldadı. Mesela dedi gel-gitler olur dünyada bir bakarsın git zamanı gelir sahil çöle döner, aynı gün gel zamanı başlar okyanus seyran olur. 

Simyacı bir rüzgarla yollayıverdi Beni Ankara'ya, tek nefes vardım patronum yanına. Bence kendimi çok iyi şekilde ifade ederek, işten ayrılma gerekçelerimi bir güzel sıraladım ve tüm çalışma arkadaşlarıma teşekkür ederek bu defteri kapattım. Çok güzel insanları, hayatım boyunca bana rehberlik edecek derslerimi de yanıma aldım. 


9 yıl yukarıda özetlemeye çalıştığım şekilde (bak bu cümle mesleki deformasyon) çalışmaya alışınca, epeyce bir bocaladım, sabah ilk iş maillere bakmaya devam ettim, resmi gazete takibini hiç aksatmadım ve telefonum da saolsun hiç susmadı. Sonra, bir sessizlik geldi bir de o martıcığım. Aldık başımızı Datça’ya gittik, sonra Kaş’a ve sonra işte tam bu kelimeleri yazdığım Viyana’ya.  

Canım Datçam, gözümün bebeği Kaşım Bana çok iyi geldi, gelecek planlarımı, hayallerimi tek tek yazdım, yola hazırlık yaptım, şimdi Viyana’da yeni bir yol için hazırlanıyorum.

Şimdilik, satırlarıma sevgiyle son veriyorum.